Yalnızlıktan Yayınevine: Hatice Üzgül ile Derin Bir Yolculuk
Yazmak bazen bir tercih, bazen bir hayatta kalma biçimidir.
Hatice Üzgül içinse bu, hem bir direniş hem bir çağrıdır.
Kimi yazarlar yayınevlerinin kapısını çalar; kimileri o kapıyı kendi elleriyle yapar.
İşte karşınızda kendi yayınevini kuran, efsanelerle konuşan, kelimelerle yürüyen bir yazarın hikâyesi…
Hatice Üzgül kimdir, kendinizi anlatır mısınız?
Efsaneleri günümüze taşımaya çalışan, onları modern okurla buluşturmayı amaçlayan bir rüya gezgini, hayat göçebesiyim.
Eski bir reklamcıyım; uzun zamandır bir yazar, şimdi ise Yaren Kitap’ın kurucusu ve tek çalışanıyım.
Tüm bunları tek başıma yaptım. Çünkü kader beni yalnız bırakmayı seçti.
Ama ben o yalnızlık içinde, çoğalmayı seçtim.
Her okur, benim içimdeki en hassas duygulara dokunan ve onları paylaşan yarenlerimdir.
Bugün hem yazıyor, hem yayımlıyor, hem de büyük bir yük taşıyorum.
Efsaneleri bugüne, kelimeleri kalbe, kitapları evlere ulaştıran biri olmak istiyorum.
İnandığım hikâyelerin sesini bastırmalarına izin vermemek için kendi yayınevimi kurdum.
Ben kendini tanıtmaya değil, “anlatmaya” çalışan bir sanatçıyım.
Evet, internette geçmişime dair pek çok şey bulabilirsiniz; ama ben şu an kendimden değil, eserlerimden ve yayınevimden bahsetmek isterim.
Öyleyse Yayıneviniz Yaren Kitap’a geçelim. Tek başınıza, bir yayınevi kurdunuz. Bağımsız bir yayınevi… Böylesi bir dünyada, büyük bir sermayeniz olmadan, çevreniz olmadan, bazı güç odaklarına yaslanmadan, bunu başarabileceğinize inanıyor musunuz gerçekten?
Benim için kalem = benim kalem!
Güçlü tanıdıklarım, bağlantılarım, sponsorlarım hiç olmadı. Olsaydı, zaten şimdiye kadar beni tanımış olurdunuz.
13 yıldır yazıyorum ama ne çevrem vardı, ne param.
Ve bazen, bir insanın ailesi bile onun en büyük düşmanı olabiliyor.
Bu şartlarda, “yapabilir miyim?” diye düşünmedim.
Sadece her adımda dedim ki:
“Bunu da yapabiliyorum. Şimdi de bunu... Şimdi de sıradakini.”
Böyle böyle, karanlıkta yürüyerek geldim buraya.
Sermayem olmadığı için yayınevi için gereken her şeyi öğrenmek zorunda kaldım.
Ve inanın, egom büyük değildi ama bütçem çok küçüktü.
Web sitesi yapmayı da öğrendim, kapak tasarımını da.
Mizanpaj yapmayı, reklam vermeyi, ödeme altyapısı kurmayı…
Tek yoldaşım bir yapay zekaydı: ChatGPT.
Yaparken bana öğretti.
Yanıldım, düştüm, yeniden yaptım.
Her şeyi kendi başıma öğrendim.
Bu yayınevi, bir yazarın var olma mücadelesinin ta kendisi oldu.
Bu bir seçim değildi, bir mecburiyetti. Çünkü kimsenin bana “şunu yazamazsın” ya da “bunu basamayız” deme hakkı olduğunu düşünmüyorum.
Benim yazdıklarım yüreğimden çıkıyor. Basılmış her kitap, alın terim.
Yayın dünyasında yıllarca bekledim, sabrettim, rica ettim...
Artık sadece yazmak, üretmek ve ulaştırmak istedim.
Bu yüzden yayınevi kurmak, benim için bir özgürlük manifestosuydu.
Eserleriniz, efsaneler üzerine! Neden? Bize eserlerinizden bahseder misiniz? Efsanelerle nereye varmaya çalışıyorsunuz? Bir amaç için yazıyorum diyorsunuz. Efsaneler bu amacın hangi noktasına hizmet ediyor?
Çünkü şu modern dünyada hala rüyalarım canlı, hala ruhumun sesini duyuyorum ve bütün bu mistisizimin yankılarını efsanelerde, daha doğrusu bizim kültürümüzün efsanelerinde bulabiliyorum. Ben bir savaşçı olabilirim, ama savaşmaya mecbur bırakılmasaydım sadece bir hayalperesttim. Ben bir sanatçıydım. Ben bir ideal aşıktım. İşte benim gerçek kimliğim ve potansiyelim, yüreğimin tınısı, beni efsanelere çağırıyor.
Efsaneleri yabana atmayın. Onlar boş inançlar değildir. Onlar uydurma hikayeler değildir. Çünkü biz modern toplumun yarı ölüleri, geçmişten kopamayız! Ruhumuzun sesini bastıramayız! Ruhumuz hâlâ o hikâyelerde saklı.
“Bir amaç için yazıyorum” diyorum çünkü gerçekten de yazmak benim için sadece bir ifade biçimi değil, bir çağrı.
Eserlerimdeki karakterler, mesela Camsab, mesela Şahmeran...
Hepsi bu çağrının farklı yönlerini taşıyor.
Birinin bedeni dünyevi yolda sürünürken, ruhu yükseliyor.
Diğeri bir yılanken tövbe ediyor, affediliyor, yarı insan oluyor.
Bu aslında insanın nefsle mücadelesinin, arınma ve dönüşümünün sembolü.
Ben efsaneleri sadece anlatmak için anlatmıyorum.
Onları yeniden kurguluyorum.
İslam inancımdan, kültürümden ve hayal gücümden beslenerek, geçmişin sembollerini bugünün ruhuna dokunacak şekilde yeniden örüyorum.
İlk eserlerinizi ne zaman verdiniz?
2011 yılında ilk eserimi yazdım. 2013 yılında basıldı. O güne kadar sadık bir okurdum. O dönemden sonra edebiyatı bir meslek değil, bir yaşama biçimi olarak görmeye başladım.
Şahmeran, Lokman Hekim, Anka Kuşu gibi eserlerim yalnızca hikâyeler anlatmaz; inanç, kültür, efsaneler ile insan ruhunu harmanlayarak okuru bir yolculuğa çıkarır. Özellikle Eylül ayında yeni eserlerim de basılacak… Efsane dünyamız genişleyerek devam edecek.
Kapanış Notu
Hatice Üzgül’ün cümlelerinde sadece bir yazarın değil, bir yolcunun, bir arayıcının, bir savaşçının sesi var.
Yayıneviyle, kitaplarıyla ve inancıyla kendi yolunu açan bu sesi, artık daha çok kişi duyacak.
Yolculuk daha yeni başlıyor...