İşte size sanat derler.
“Soyutlaştırarak aktarmış duyguları” diyerek açıklar birisi.
Siz de diyemesziniz, “Duygu zaten soyuttur, somutlaştırabilen sanatçıdır!
”Cahil görünmemek için “Aaaa harika!” deyip geçersiniz, dürüst olun.
Günümüzde sığlaşan sanatın, egosu yüksek sanatçının, “Siz beni anlamıyorsunuz!” diye ağlayan ergen zihinli aydınların (!) dönemimdeyiz ne yazık ki...
İlhamsız sanat mı olur?
Eser, yetenek, ilham ve ustalık, iç içe geçmiş, bir kör düğüm gibi açılmayacak şekilde birbirine bağlanmış, kenetlenmiş bir yapı ortaya çıkardığı zaman sanatçı doğar. İlhamın değip geçmediği bir eser, ateşte yanıp pişmeyen çiğ bir yemek gibidir. Ustalık, o yemeği kıvama getiren emek, zaman, gayret ve dikkat ister. Yetenek ise doğuştan gelen bir kıvılcımdır.
Adanmışlıktır sanatçı olmak.
İçindeki yeteneğin karşısında küçücük kalmak, hayatta başka şeye vakit ayıramadığı için eksik olmaktır. “Yetenek geliştirilebilir” derler, evet doğrudur. Ancak ortada hiç yoksa? Olmayanı nasıl geliştirebilirsiniz?
Bir sanatçıyı diğer sanatçılardan daha yukarıya taşıyan şey ise ilham frekansını yakalayabilme gücünün farkıdır. Yeteneğin hem annesi hem babası, ilham! Onu hem doğurur, hem büyütür hem de ona sorumluluk verir. Aynı ailenin, birbirine aşık iki üyesi gibidir ilham ve yetenek. Ancak ne yetenekler geldi geçti, küstürdükleri ilhamla soldu gitti, bilemezsiniz.
İlham, bir frekanstır. Sanatçıyı sanatçı yapan, eseri soyut alemden somut aleme mıh gibi kazıyan ilhamdır. Yeteneğin vücut bulmaya doğru aktığı yolda, duyguların gözle görülür, diğer insanlara aktarılır hale getirilmesine vesile olan frekanstır.
İlham, sanatçının varlığından akarak eserine aktarılan o kutsal yaratma fısıltısıdır.
Sanatçı ise bu ilham frekansını, çevreye yayan bir radyo gibidir. İlham yeteneği kullanır. Yetenek ilham için bir araçtır. Kimisi ilhamı resim yeteneği ile resme çevirir; kimisi ilhamı yazma yeteneği ile kağıda döker...Sanat, ilham frekansına girme halidir.
Sanatçı ise o frekansı yansıtan radyodur.
Ve radyo paslı olabilir. Kusurlu olabilir. Belki çatlak sesler çıkarır… ama o esnada içinden geçen o melodi… işte o sanattır.
Sanatçı harika/kusursuz bir insan olmak zorunda değildir.
Hatta çoğu zaman değildir de.
Ama onu diğer insanlardan ayıran şey, ilham katına girebildiği o andır.
Ve o anda, kendini aşan cümleleri yakalayıp kağıda hapsedebilmesidir.
Dikkat! Sanatçı Egosu!
Sanatçı olmak kolay değildir, ancak gerçek sanatçılar için bu yol mecburidir. Sanat yolunun cefasını da onlar çeker. Egosu yeteneğinden büyük olanlar ise, o yolu ihtişamla ve hayranlarına el sallayarak, şov içinde geçmeye niyetlidir. Amaç sanat değil, ündür. O yüzden bir noktada sanatın büyüsünü yakalamış bir sanatçı, kendisini eserleri gibi şaheser hissetmeye başlar. Hatta ve hatta kimisi, sanat eserine şekil verdiği gibi hayatını, çevresindekileri ve kaderini bile şekillendireceğini sanır. Bunu yapamayınca da o bildik “sanatçı krizi”ne tutulurlar. Varoluşsal sancı, sanatçının varlığı ile ilgili olmaya başlar. Eserini var etmek yerine, kendini toplumda var etmektir onun başarı ölçüsü.
Ve ilham küser!
Sanatçı ise bu kısır döngüsünü “Ben topluma küstüm!” şeklinde yansıtır.
Sanatçı egoyla kutsanmaz.
Ama egoyla sınanır.
Yetenekle doğmuş bir sanatçı, zamanla kendini “eşsiz bir sanat eseri” gibi görmeye başlarsa, kendine yapay bir hayat kurar, maskeler takar, halktan kopar.
Ve o maske… ilhamın akışını tıkar.Yetenek, egonun esiri olur.Bazı insanlar ilhamla kutsanmıştır,
Ama bazı ilham perileri, bazı sanatçılarla lanetlenmiştir. İlham, sanatçıdan bağımsız, sanatçının egosundan kopuk ve özgürdür.
Ona saf bir beden, açık bir ruh, sahici bir kalp gerekir.
Uyuşmuş bir zihin, ne kadar yetenekli olursa olsun, o frekansa senkron olamaz.
Çünkü sanat, “kendinden geçmek” değil; kendine açılmak ister.
Yazan: Hatice Üzgül
21.04.2025